Kudüs Tarihi

Hristiyanlık’ta Kudüs

Yahudiliğin bir devamı olarak kendini tanıtan Hristiyanlığın merkezinde Hz. İsa yer almaktadır. Ahir zamanda geleceği beklenen Mesih, Hristiyanlara göre Hz. İsa’nın şahsında gerçekleşmiştir. Buna göre, Mesih’in şahsı ve getirdiği asli günahtan kurtuluş müjdesi ile hem Kudüs’ün içinde yer aldığı vaat edilmiş topraklar hem de seçilmiş millet inancı geri plana itilmiştir. Bu nedenle, Hristiyanlık’taki her inanç ve esas gibi, Kudüs’ün Hristiyanlarca kutsallığı da İsa Mesih’in orada yaşamış olması ile ilişkilendirilecektir. M.S. 70 yılında Hz. Süleyman’ın mescidinin yıkılmasıyla birlikte Vadedilmiş toprağın merkezi olarak yeryüzündeki Kudüs’ün yerini, Hristiyanlık’ta ‘semavi Kudüs’ inancı alacaktır. Ancak, Tanrı Baba’nın Oğlu olarak yeryüzüne inmiş ve ete kemiğe bürünmüş olan İsa Mesih’in hayatını geçirdiği yani doğduğu, yaşadığı, tebliğ faaliyetlerini sürdürdüğü, çarmıha gerildiği, gömüldüğü ve tekrar dirildiği yerler olarak kabul edilen Kudüs’teki bazı mekanlar, Hristiyanların kutsal ziyaret ve hac merkezleri olarak kabul edilmiştir. Hz. İsa, tebliğ faaliyetlerini özellikle Celile bölgesinde yani Filistin’in kuzeyinde gerçekleştirmiştir. Bu durum dikkate alındığında Hz. İsa’nın Kudüs’le irtibatlı olan faaliyetleri özellikle hayatının son kısmını teşkil etmektedir.

Hristiyanlar tarafından Kudüs, sadece Hz. İsa değil, onun hayatında önemli yeri olan şahısların ve azizlerin kabirlerinin orada olması nedeniyle de önem verilen ve ziyaret edilecek yerlere sahip olan bir şehirdir. Hristiyanlık’ta ‘Tanrı’yı doğuran’ ve bakire olarak Mesih’i dünyaya getiren Hz. Meryem’in kabri, Kudüs’tedir. Burası Hristiyanlar tarafından en çok ziyaret edilen mekanlardan biridir. Hristiyanlar için Hz. Meryem, Hz. İsa’dan sonra en önemli şahsiyettir. Ayrıca, Kudüs Hz. Meryem’in doğduğu ve takdis edildiği yerdir. Hristiyan kaynaklarda anlatılan rivayetlere göre, Hz. Meryem daha çocuk yaşta iken Kudüs’te Süleyman Mescidi’ne götürülüp bakirelik yemini yapmıştır. Söz konusu Mescid’de inzivaya çekilmiş, kendini Tanrı’ya adamış ve gece gündüz ibadetle meşgul olmuştur. Her gün bir melek onu ziyaret eder ve çeşitli yiyecekler getirirdi. Hz. Meryem’in böyle bir hayatı tercih etmesi, Hristiyanlık’ta rahibelik müessesesinin dayanaklarından biri olacaktır. Yine Hristiyan kaynaklara göre nişanlısı Yusuf’la birlikte Nâsıra’da yaşayan Hz. Meryem, Hz. İsa’nın doğumundan kırk gün sonra çocuğuyla birlikte Kudüs’e gider ve orada kurban takdim eder. Hz. Meryem, Fısıh bayramı münasebetiyle mükellefyet yaşı olan 12 yaşına giren Hz. İsa’yı Kudüs’e götürür ve birlikte Süleyman Mabedi’ni ziyaret ederler. Burada Hz. İsa, Yahudi din adamları ile tartışır ve verdiği cevaplarla onları hayrete düşürür. Bu durum, Hristiyan inancına göre, Hz. İsa’nın beklenen Mesih olduğunun işaretleridir. Hristiyanlara göre, Kudüs Mabedi’nde gerçekleşen bu olayın diğer bir anlamı ise, Yahudiliğin artık geçerliliğini yitirmesidir. Bundan sonra artık Mesihî diye adlandırılacak olan yeni bir dönem başlamıştır. Çünkü, Yahudiler’in Kudüs’e geleceğini bekledikleri Mesih gelmiştir. Geleneğin dördüncü İncil’in yazarı olarak kabul ettiği ve Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’i kendisine emanet ettiği Yuhanna, Kudüs’te ikamet eden bir havaridir. Hristiyan kaynakları, Hz. Meryem’in 90 yaşları civarında Kudüs’te vefat ettiğini nakletmekte. Buna göre, özellikle Hz. Meryem’in vefatı ve ona dair olayların anlatıldığı ‘Hz. Meryem’in Bu Dünyadan Geçişi’ anlamına gelen Transitus Mariae adlı eserde, Hz. İsa’nın vefatı üzerine Hz. Meryem üzüntü içerisinde duasını eder ve Kudüs’te ruhunu teslim eder. Daha sonra, cenaze töreninin ardından bedeni havariler tarafından günümüzde Harem-i Şerif ile Zeytin Dağı arasında yer alan ve Kidron Vadisi olarak da bilinen Josaphat (Yehoşafat) Vadisi’nde kabre konulur. Bugün, Hz. Meryem’in kabrinin bulunduğu yere altmış basamakla inilen Assomption Kilisesi’nde olduğuna inanılmaktadır. Oysa, kaynakların aktardığına göre, gerçekte bu yer 5. Yy.’da İmparatoriçe Pulcherie’nin girişimiyle gün yüzüne çıkarılmıştır. Gelenek, bu yerin 5. yüzyıldan itibaren Hristiyan hacılar tarafından ziyaret edildiğini aktarmaktadır. Hristiyanlar, Hz. Meryem’in bedeninin göğe yükseldiğine inandıkları için bugün söz konusu kabrin olduğu yer boştur. Eski bir ritüel olarak burada, kötü ruhları uzaklaştırdığına inanıldığı için günün belli saatlerinde tütsüler yakılmaktadır. İlginç olan, her ne kadar Hz. Meryem’in Kudüs’te vefat ettiği kaynaklarda belirtiliyor olsa da, Meryem a.’ın ahir ömrünü havari Yuhanna ile birlikte Efes’te geçirdiğine dair bilgiler, Hz. Meryem’in Kudüs’te değil de Efes’te mi vefat ettiği şeklinde şüphelerin ortaya atılmasına neden olacaktır. Nitekim, bugün Kudüs’te Hz. Meryem’in vefat ettiği veya kabrinin olduğu yer olarak bilinen iki farklı bina mevcuttur. Katolikler’e ait olan Yükseliş Kilisesi (Assomption), Hz. Meryem’in “gerçekte ölmediği ve ruh ve bedeniyle birlikte Tanrı katına yükseltildiği” yer olarak kabul edilmektedir.

Hz. Meryem’in vefatı ile ilgili diğer bina ise, Ortodokslar’ın kabul ettiği görüşü ifade ettiği için herkes gibi ‘Ölüm Uykusuna Daldığı’ ve Allah’a kavuştuğu yerdir. Burası, bu olayın yaşandığı yer adına yapılan bir manastırın içinde yer almaktadır. Bununla beraber, genel kanaat Hz. Meryem’in kabrinin Kudüs’te olduğu yönündedir. Kudüs’ün mezarlığı olarak da bilinen Kidron Vadisi’nde Hz. Meryem’in kabrinin yanında, Hristiyanlık tarihinin önemli şahsiyetleri kabul edilen İsa Mesih’in kardeşi Yakup’un, Hz. Meryem’in annesi Hanne (Anne/Anna) ile babası İmran’ın (Yoakim/Joachim), Hz. Yahya’nın babası Hz. Zekeriya’nın ve Hz. Meryem’in nişanlısı kabul edilen Aziz Yusuf’un da kabirleri yer almaktadır. Kudüs’te, günümüzde Son Akşam Yemeği’nin yendiği yer olarak kabul edilen oda, Hz. Davut’un kabrinin bulunduğu yerin üst katındadır. Bu yerin, Hz. Davud’un kabri ve Hz. İsa’nın Son Akşam Yemeği’nin gerçekleştiği yer olarak tayini ise, efsaneyle karışık anlatılan bir rivayetin ortaya atıldığı 12. Yy.’da Haçlılar döneminde olmuştur. Burası, Yahudiler ve Hristiyanlar arasında uzun yıllar sürecek olan hak iddialarının ve anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Nihayet, Kanuni Sultan Süleyman, bu duruma el koymuş ve burayı camiye çevirmiştir. Ancak, günümüzde söz konusu mekan, her ne kadar cami mimarisine sahip ve içerisinde ayetlerin yer aldığı hatlar olsa da bu özelliğini kaybetmiş ve hem Yahudiler hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından ziyaret edilen bir mekan haline getirilmiştir.6 Hz. İsa, Yahudilerin mahkemesi Sanhedrin’de yapılan sorgulamada Mesih olduğunu itiraf ettiği için ölüme mahkum edilir. Bu isteklerini dönemin Kudüs’teki Roma Valisi olan Pontus Pilatus’a bildirirler. Günümüzde Kıyamet Kilisesi, Haçlılar döneminden kalma ‘Kutsal Kabir’ Kilisesi (Saint Sépulcre) adıyla da bilinmektedir. Hristiyan hacılar için Elemli Yolu kat etmek, her bir durakta bir müddet durup İncil’den ilgili pasajları okumak ve İsa Mesih’in çektiği ızdırabı hissetmeye çalışmak çok önemli bir hac ibadeti ritüelidir. Bazı Hristiyan hacılar ise, Hz. İsa’nın çekmiş olduğu bu elemi hissederek 14 merhaleli bu yolu sırtında haç taşıyarak gerçekleştirirler. Elemli Yol güzergahının son beş durağı ise, Hristiyan âleminin en kutsal mekânı kabul edilen Kıyamet Kilisesi’nin içinde yer almaktadır. Kudüs, Konsiller tarihinde ilk Konsil olarak kabul edilen Havariler Konsili’nin gerçekleştirildiği yerdir aynı zamanda. Kudüs Konsili’nde, Hristiyanlığın temel inançları ve Yahudi olmayanların dinî yükümlülüklerinin neler olacağı tartışılmış ve karara bağlanmıştır. Hz. İsa’nın hayatının son dönemlerini yaşadığı yer olarak Kudüs, Hristiyanlar için en kutsal topraklar olarak kabul edilecektir. Hz. İsa’yı peygamber ve annesi Hz. Meryem’i Allah’ın sevgili kulu olarak kabul eden Müslümanlar, Hz. Zekeriya, eşi ve havarilerin de yaşadığı Kudüs’teki bu mekanları, kendi inançları çerçevesinde onların manevi hatırası olarak kabul etmektedirler. Hristiyan kaynaklarına göre, Kudüs cemaati Hz. İsa’dan sonra uzun yıllar Hz. İsa’nın kardeşi Yakub’un (ö. 65) reisliğinde varlığını sürdürecektir.

Hristiyan Kutsal Kitabı Yeni Ahid’de belirtildiği üzere, Yakub Kudüs cemaatinin şeriata bağlı kalmasını şiddetle savunmuş; bu konuda Pavlus ile uzun bir mücadeleye girmiştir. Bu nedenle, erken dönem Kudüs Hristiyanlığı, Yakub’un önderliğinde tevhide dayalı inanca sahip ve şeriata bağlı bir cemaat olarak varlığını farklı isimler altında olsa da uzun bir süre devam ettirecektir. Bu anlamda Yahudi mirasına sahip çıkan Kudüs cemaati, Pavlus’un Helen ve Roma kültürüne adapte ettiği ‘insanlığın aslî günahının afedilmesi karşılığında kendini feda eden Mesih’ inancına dayalı Hristiyanlık’tan uzak bir inancı temsil etmiştir. Bununla beraber, Romalılar’ın 35 yılında yeni Hristiyan cemaatine karşı kovuşturma ve tutuklama kararı çıkartması, Yahudi şeriati ve kültürüne karşı Helen kültürünü benimseyen cemaatin Kudüs’ü terk etmelerine neden olacaktır. Hristiyanlığın, 313 yılında Roma İmparatoru Konstantin’in yayınladığı Milan Fermanıyla birlikte Hristiyanlar’ın Kudüs’te varlıkları meşruiyet kazanacaktır. Roma döneminde pagan dininden Hristiyanlığa geçenler, ilk Yahudi-Hristiyanların antik mirasına sahip çıkacaklardır. 335 yılında, İmparator Konstantin’in annesi İmparatoriçe Helena, Kudüs’te hac ibadetini icra ettikten sonra, Anastasis (Diriliş) olarak da bilinen Saint-Sépulcre Kilisesi (Kamâme Kilisesi) ile Martyrion olarak bilinen ve Hz. İsa’nın haça gerildiğine inanılan Haç Tepesi (Mont du Calvaire) kutsal mekânlar olarak kabul edilecektir. Haçın kalıntısı olduğuna inanılan tahta parçası, yine İmparatoriçe Helena’nın bu ziyareti esnasında bulunacaktır. Önceleri, deniz şehri olan Kayseriye’nin yanında siyasi önemini yitiren Kudüs, böylece bütün Hristiyanların dinlerinin manevi merkezi olarak kabul edecekleri bir hac mekânına dönüşecektir.

Hristiyanlar arasında bölünmelerin yaşandığı dönemde İmparatoriçe Eudocie, 455 yılında Kudüs’te Saint Etienne manastırını kuracak ve kendisi de orada ölecektir. İmparator Jüstiniyen (527-565) ise, aralarında Hz. Meryem’e adanmış olan ‘Yeni Kilise’nin de olduğu birçok dini yapının inşasını gerçekleştirecektir. 325 tarihinde toplanan İznik Konsili’nde, Kudüs metropolitinin diğer başpiskoposlar arasında protokolde öncelik hakkı olduğu kararlaştırılmıştır. Kudüs metropoliti, 6. Yüzyıldan itibaren Patrik unvanını kullanmaya başlayacaktır. Hristiyanlara göre, Kudüs’teki piskoposluk geleneği, Hz. İsa’nın kardeşi Yakup’la birlikte başlamış ve günümüzde Rum Ortodoks patriği tarafından devam ettirilmektedir.

Ortaçağ’da Papalığın öncülük ettiği Haçlı seferleri ile birlikte, Kudüs 1099 tarihinde Batılı Hristiyanların işgaline uğrayacaktır. Haçlılar döneminde, Ortodoks Patrikliğin yerini almak üzere Kudüs’te Latin patrikliği kurulacaktır. Ancak, Müslümanların yeniden 1187’de Kudüs’ü fethetmesiyle birlikte, Latin Patriklik önce Saint Jean şövalyelerinin karargahı olan Akka’ya (Saint Jean d’Acre) taşınacaktır. Kudüs Latin patrikliği, 1291’de Akka’nın Memlukler tarafından fethi ile birlikte Roma’ya taşınmak zorunda kalacaktır. Hristiyanların 4. yüzyıldan itibaren başlayan hac ziyaretleri, Haçlılar’ın Kudüs’ten çıkarılmasıyla birlikte duracaktır. Avrupa Hristiyanlarının Kudüs’e yönelik hac seferleri, 19. yüzyılda bazı seyyahlar vasıtasıyla yeniden başlayacaktır.

Kudüs’te, Latin Patrikliği yanında Rumlar’ın ve Ermeniler’in de patriklikleri bulunmaktadır. Ermeni Patrikliği, Saint-Jacques manastırında yer almaktadır. Kutsal Diriliş Kilisesi’nde (Kamâme Kilisesi) ayin icra etme yetkisi sadece bu üç kiliseye tahsis edilmiştir. Yerel Yakubi Kilisesi, bir piskoposlukla temsil edilmektedir. Kıpti Hristiyanlar ise, erken çağlardan itibaren Kudüs’e hac ibadeti ziyaretlerine rağbet göstermiş, bir cemaat teşkil etmiş ve burada 9. Yüzyıldan itibaren bir kiliseye sahip olmuştur. Kıptiler, 12. Yüzyıldan itibaren Aziz Mecdelli Meryem (Sainte Marie Madeleine) manastırını Yakubiler’le ortak kullanmaya başlamışlardır. Günümüzde bu yer Kadassiye kız okulu olarak kullanılmaktadır. Kıpti Kilisesi, 1236 yılından itibaren başpiskopos seviyesinde temsil edilmektedirler. Bu ise, kendi velayetleri altında kalmaya devam etmesi taraftarı olan Süryaniler’le aralarında bazı tartışmalara neden olmuştur. Süryaniler gibi Kıptiler’in de Kutsal Diriliş Kilisesi’nde kendilerine ait birer şapelleri vardır. Ortaçağ’da, Kıptiler’in peşinden Etyopya Kilisesi de Kudüs’e yerleşecektir. Ancak, Etyopya Kilisesi, 1820’de Kıpti Kilisesi’nden ayrılacak ve Aziz Helena şapelinin kubbesinde kendi özel manastırlarına sahip olacaklardır. Gürcü Kilisesi ile Nesturi Kilisesi, Kudüs’te önceden sahip oldukları önemi yitirdikleri için günümüzde temsilcilikleri de yoktur. Günümüzde, Hristiyanların 56 adet eski kiliseye sahip oldukları belirtilmektedir.

Kaynak
İlim Yayma Vakfı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu