Mavi Marmara Davasını Kazanacağız!

31 Mayıs 2010 tarihinde uluslararası sularda İsrail tarafından Mavi Marmara gemisine gerçekleştirilen saldırı sonucunda, Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ve diğer uluslararası kuruluşlar nezdinde sürdürülen davada, mağdurların avukatlığını yürüten Av. Ramazan Arıtürk ile Mavi Marmara davasını konuştuk.
Açılan davalardan biraz bahsedebilir misiniz? Boyutları nedir? Neler hedefleniyor?
Şu an Türkiye’de açılan iki tane davamız var. Bir tanesi ceza davası: İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan bir dava var. Bu son derece yerinde ve olması gereken bir dava, ancak geç açılmış olan bir dava. Aşağı yukarı 1 yıldan daha fazla bir süre tahkikat aşaması sürdü, soruşturma aşaması sürdü. Ondan sonra dava açıldı. Bu bizim açımızdan çok iyi bir sonuç ama geç gelen bir sonuç. 6 Kasım’da bunun duruşması var.
Bazı insanlar diyorlar ki; “Türkiye burada bir dava açma hakkına sahip midir?” Türk Ceza Kanunu’na göre; açıkça bir vatandaşa karşı, dünyanın herhangi bir yerinde bir haksız fiil uygulanmışsa, hele hele bir öldürme, katletme gibi bir fiil uygulanmışsa, bununla ilgili Türkiye, doğrudan o kişi hakkında dava açma hakkına sahiptir. Hatta Yeni Türk Ceza Kanunu’nun öyle bir düzenlemesi var ki, dünyanın neresinde olursa olsun, Türk vatandaşı olmasa bile, eğer insanlığa karşı işlenen bir suç varsa, eğer bir savaş suçu söz konusuysa, bunun mağduru Türk olmasa bile, Türkiye’de dava açma imkânına sahibiz. Henüz bu daha Türkiye’de işletilmiş değil. Yani geleceğim nokta şudur ki; Türkiye’de açılan dava mevcut hukuk sistemimize göre uygun, açılması gereken bir davaydı.
Bununla birlikte tazminat davalarımız söz konusu. Buradaki mağdurlar için, uğradıkları maddi ve manevi zararlar sebebiyle tazminat davaları açtık. Bu konuda da bir takım hukukçular devletlerarası bağışıklığın söz konusu olduğunu söylüyorlar. Devletlerarası bağışıklık ne demek? Oradaki devlet adamlarına karşı başka ülkelerde dava açılamayacağını, bu davanın kabul görmeyeceğini iddia ediyorlar. Oysaki gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, gerekse son zamanlarda Yargıtay’ın oluşturduğu kararlar çerçevesinde bir ülkenin yargı bağışıklığıyla yani diplomatik bağışıklığı ile bir kişiye karşı uygulamış olduğu haksız fiil sebebiyle, o kişinin uğramış olduğu zararlardan dolayı açılacak olan tazminat davalarını farklı hale getireceğiz.
Örneğin en son İzmir’de açılan bir davada Alman Konsolosluğu tarafından zamanında vize talebine cevap verilemediği için bir Türk vatandaşının vize alamaması sebebiyle uğramış olduğu zararlardan dolayı tazminat davası açılmış ve bu tazminat davasını mahkeme kabul ederek son derece doğru bir karar vermiştir. Oradaki hâkimi, gerçekten evrensel düşünen hâkimi, takdir ediyorum, tebrik ediyorum. Şu anda dosya Yargıtay aşamasında ve bizim de İsrail Hükümetinin 72 mil kadar açık denizde Türklere karşı ve kendi vatandaşlarımıza karşı uygulamış olduğu haksız şiddet ve öldürme eylemlerinden dolayı zarar gören kardeşlerimizin açmış olduğu dava, Türkiye’deki menfi hukuka göre yerindedir, uygundur. Biz, mahkemelerin de bizim talebimiz çerçevesinde karar vereceğine inanıyoruz.
Bir de uluslararası alanda açılan davalar var. Örneğin İspanya’da, İtalya’da, Fransa’da, İngiltere’de ve Belçika’da (yanılmıyorsam) savcılar Türkiye’de açılan davalardan sonra tekrar soruşturma süreci başlattılar ve önümüzdeki zamanlarda inşallah buralarda da bu kişiler hakkında dava açılacak. Belki ilk defa burada söyleyeceğim bir şey daha var; 6 Kasım’daki duruşmaya Güney Afrika’dan bir Cumhuriyet Savcısı da gözlemci olarak katılacak. Cumhuriyet Savcısı da davayı takip ediyor. Orada da bir dava açılması söz konusu… Çünkü Güney Afrika’dan da mağdurlar var.
Dava kaybedilirse ne olacak? Mücadele ne şekilde devam edecek?
Bir hukukçu olarak, aynı zamanda bir akademisyen olarak, 6 Kasım’daki davanın kaybedilmesinin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. O kadar açık ki! Buradaki hâkim, eğer vicdanını yemişse, vicdanı ortadan kalkmışsa, hukuk ortadan kalkmışsa bu dava kaybolur. Bu davada bir kere öldüren belli, ölenler belli, kimin öldürdüğü belli, ortada ceza kanunu var o da belli… Eğer bu hâkim bu kanunu uygulayacaksa bu kişileri mahkûm etmek zorunda. Bizim buradaki açmazımız şu olabilir; ceza kanununa göre bir kişiyi mahkûm edebilmeniz için ifadesini almanız gerekir. Eğer mahkemede beyanda bulunmuyorsa siz onun hakkında karar veremezsiniz.
Buradaki sanıklar da muhtemelen Türkiye’ye gelmeyecekler, ifade vermeyecekler. Biz de mahkemeden adli müzaheret talep edeceğiz. Eğer adamlar gelmiyorsa İsrail mahkemelerine yazıp, iddianameyi de İngilizceye çevirttik, onlar orada okutsun, bu konuda bu kişilerin beyanlarını alalım. Oradaki mahkemeler beyanlarını alsın, buradaki mahkemeler karar versin. Biz bunu talep edeceğiz. Mahkeme bunu kabul edince biz onu İsrail’e göndereceğiz. İsrail’deki yetkililer buldu onu, aldı aldı, almadı kendisi bilir. Böyle bir durumda yakalama kararı çıkması gerekir. İfade vermedikleri için yakalama kararı İnterpol’e bildirilecek, kırmızı bültende arama kararı çıkacak. Bu kişiler İsrail’in dışına adım atamayacaklar. Belki bir takım sahte kimliklerle çıkacaklar. Ömür boyu “bizi hangi ülkede yakalarlar” korkusu yaşayacaklar. Bu sebeple bu davanın kaybedilmesinin söz konusu olmaması lazım, olmayacağına inanıyorum ben bir hukukçu olarak.