Dördüncü Arap-İsrail (Yom Kippur) Savaşı (1973)

1967 Savaşı’nda büyük bir yenilgi yaşayan Mısır ve Suriye, bazı Arap devletlerinin de desteğiyle, 1973 yılında işgal altındaki Sina Yarımadası’nda ve Golan Tepeleri’nde bulunan İsrail kuvvetlerine saldırmıştır. 6 Ekim 1973 günü başlayan bu savaş, altı gün süren 1967 Savaşı’nın doğurduğu tepkinin ve işgal edilen toprakları kurtarma çabasının bir sonucu olarak vuku bulmuştur. 1970’te Nasır’ın ölümünün ardından Mısır’ın devlet başkanlığına geçen Enver Sedat, 1967’de İsrail tarafından işgal edilen toprakların geri kazanılması için bir Arap karşı saldırısı üzerinde durmuştur. 6 Ekim 1973’te Mısır ve Suriye’nin Sina ve Golan’daki İsrail kuvvetlerine sürpriz saldırısıyla başlayan savaş, Müslümanların kutsal ayı olan Ramazan ve Yahudilerin en kutsal günü olan Yom Kippur (Kefaret Günü)’a denk gelmiştir. Araplar başlangıçta önemli ilerlemeler kaydetseler de, 1967’deki toprak kazanımları ile yeterli stratejik derinliğe kavuşmuş olan İsrail, ABD’nin de yardımıyla kısa sürede toparlanarak karşı saldırıya geçmiş ve böylece bu savaşın da kendi lehine sonuçlanmasını sağlamıştır. Savaş, 1972’den itibaren ilişkilerini yumuşatan iki süper gücün müdahalesiyle ve BM’nin devreye girmesiyle 26 Ekim’de sona ermiştir. Savaş sona erdiğinde taraflar arasındaki askerî denge de değişmiştir. Suriye, Sovyetler Birliği yapımı olan T-62 tanklarına ve yeni uçak filolarına sahip olmuş, İsrail ordusu da ABD tarafından güçlendirilmiştir.
18 Ocak 1974’te İsrail ile Mısır arasında ateşkes imzalanmıştır. Anlaşmaya göre Mısır Süveyş Kanalı’nın doğu yakasındaki güçlerini azaltacak, buna karşılık İsrail de Sina’da Milta ve Gidi geçitlerinin batısına çekilecekti. Bu anlaşmayı 4 Eylül 1975’te imzalanan ikinci bir anlaşma takip etmiştir. İsrail’in Sina’dan çekilmesini öngören “Geri Çekilme Anlaşmaları” daha sonraki bir tarihte imzalanacak olan barış anlaşmasının da taslağı niteliğindeydi. Öte yandan 31 Mart 1974’te Suriye ve İsrail arasında, her iki tarafın kuvvetlerinin bir BM tampon bölgesi ile ayrılması ve savaş esirlerinin mübadelesini de içeren bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Ancak Suriye ile İsrail arasında bugüne kadar herhangi bir barış anlaşması imzalanmamıştır.
1974 yılında Rabat’ta yapılan Arap Zirvesi’nde FKÖ, Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak kabul edilmiştir. BM Genel Kurulu’nda Filistin’de bağımsız, egemen bir devletin kurulması kararı yeniden gözden geçirilmiş, FKÖ’ye BM’de gözlemci statüsü verilmiş ve FKÖ lideri Yaser Arafat BM Genel Kurulu’nda bir konuşma yapmıştır. Gerek uluslararası alanda gerekse Avrupa’da Filistin meselesine bakışın değişmesinde ve Filistinlilere kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasına yönelik fikirlerin yayılmasında, 1973 Savaşı sırasında petrol üreten ülkelerin (ABD’nin İsrail ordusunu güçlendirmesine karşı bir tepki olarak) uygulamaya koydukları petrol ambargosunun etkisi de göz ardı edilmemelidir. Nitekim petrol fiyatlarının dört kat arttığı bu süreçte, ilk defa Arap/Filistin-İsrail meselesinin sadece Ortadoğu’yu ilgilendiren bir mesele olmadığını, kendi refahlarını da etkileyebileceğini bu şekilde tecrübe etmişler ve bu nedenle özellikle Avrupa ülkeleri artık ABD’den daha bağımsız bir Ortadoğu politikası takip etmeye başlamışlardır.
Öte yandan dört ayrı savaş tecrübesinin ardından savaşarak değil müzakere masasında topraklarını geri alabileceğine kanaat getiren Mısır yönetimi, Eylül 1978’de ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın arabuluculuğunda, İsrail ile muhtemel bir barışın çerçevesini belirleyen iki anlaşma (Camp David Anlaşmaları) imzalamış; bunları 26 Mart 1979’da Mısır-İsrail Barış Anlaşması takip etmiştir. Barış anlaşmasının maddeleri şöyledir:
-İsrail Sina’dan çekilecek.
-İsrail ve Mısır arasında normal dostça ilişkiler kurulacak.
-İki ülke birbirinin toprak bütünlüğünü ve barış içinde yaşama hakkını kabul edecek.
-Sina’da ki tampon bölgeye BM barış gücü yerleştirilecek.
-İsrail gemilerine Süveyş Kanalı’ndan serbest geçiş hakkı tanınacak.
-Batı Şeria ve Gazze’de kendi kendini yöneten idare oluşturulması için seçimler yapılacak.
İsrail Mısır’la anlaşma masasına oturmakla, ilk defa bir Arap ülkesi tarafından tanınmıştır. Arap ülkeleri Mısır’ın İsrail ile imzaladığı anlaşmaları kabul etmemiş ve Enver Sedat’ı Filistin davasına ihanet etmekle suçlamışlardır. Mısır Devlet Başkanı Sedat bu imzaların bedelini 1981’de uğradığı suikastla ödemiş ve ülkesi 80’li yıllar boyunca Arap dünyasından dışlanmış, Ortadoğu’da iddiasız ve etkisiz bir aktör konumuna gelmiştir. Bu dışlanmaya rağmen Mısır, ABD’nin, İsrail’den sonra en fazla yardım yaptığı ülke hâline gelerek ekonomisini garanti altına almıştır. İsrail, 15 sene evvel işgal ettiği Sina topraklarından 1982’de çekilmesini tamamlamış, böylece Kahire yönetimi Sina petrolleri ile Süveyş Kanalı’ndan gelen gelirlere yeniden kavuşmuştur. Bu anlaşma ile İsrail, düzenli Arap ordularıyla aynı anda birkaç cephede savaşmaktan kurtulmuş; bundan sonra Filistin’de ve Lübnan’da gerilla mücadelesi veren direniş örgütleri sivrilmiştir. İşgal süresince petrol ihtiyacını karşıladığı Sina Yarımadası’ndan çekilmenin getirebileceği enerji darboğazı riski de Kissinger’ın araya girmesiyle kısa zamanda aşılmış; Sedat, Arap ülkelerinin petrol satmadıkları İsrail’e Mısır petrolünü satmayı kabul etmiştir. Anlaşmanın üçüncü maddesiyle İsrail, bölgedeki varlığını ve toprak işgalini -en azından kurulduğundan beri baş düşmanı olan ve dört defa savaştığı Mısır nezdinde- meşrulaştırmıştır. Diğer yandan anlaşmada Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinlilere tam özerklik verilmesi için görüşmeler yapılması maddesine rağmen İsrail bu konuyu sürekli askıda bırakmış; vadettiği hâlde boşaltmadığı topraklara daha sonra Sovyetler Birliği’nden gelen Yahudileri yerleştirmiştir. 30 Temmuz 1980’de İsrail parlamentosu Knesset’te alınan bir kararla Kudüs, İsrail’in ebedi ve bölünmez başkenti olarak ilan edilmiştir.