Manda Yönetimi

1917’de fiilen başlayan İngiliz yönetimi, Nisan 1920’de toplanan San Remo Konferansı’nda Filistin topraklarında İngiliz mandasının resmen kabul edilmesiyle garanti altına alınmıştır. İki yıl sonra da Filistin tamamen İngiliz yönetimine bırakılmış ve Siyonist olduğu açıklanan Sir Herbert Samuel ilk İngiliz Yüksek Komiseri olarak Filistin’e gönderilmiştir. I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin hemen ardından Balfour Deklarasyonu’ndan cesaret alan çok sayıda Yahudi Avrupa’dan Filistin’e göç etmiştir. Eylül 1920’de 16.500 kişilik bir Yahudi grubun Filistin’e göç etmesi kararı alınmıştır. Bu durum Filistinler arasında Yahudi karşıtı söylemi güçlendirmiştir. Bunun akabinde Mayıs 1921’de Kudüs’te büyük bir ayaklanma çıkmış, ayaklanma polis ve asker tarafından güçlükle bastırılabilmiştir. Bölgeye gönderilen Haycraft Araştırma Komisyonu’nun raporuna göre Yahudi karşıtı Filistin hareketinin nedeni, Yahudilerin göçüyle bölgede siyasi ve ekonomik dengelerin bozulması, Filistinliler arasında işsizliğin artması ve buna bağlı olarak Filistinlilerin geleceğe dair duydukları endişedir. Arap liderlerden oluşan bir delegasyon, 21 Şubat 1922’de Londra’ya giderek Sömürgeler Bakanlığı’na Filistin halkının Balfour Deklarasyonu’nu veya manda rejimini kabul etmediğini ve ulusal bağımsızlık istediğini bildirmiştir. Bu gelişmenin ardından 3 Haziran 1922’de İngiliz hükümeti, bütünüyle Yahudi bir Filistin yaratmak niyetinde olmadığını ancak göç yoluyla Filistin’de Yahudi nüfusun her geçen gün artmasına imkân veren Balfour Deklarasyonu’ndan taviz verilemeyeceğini vurgulayan “Churchill Beyaz Bildirisi”ni yayınlamıştır. Bu bildiriyle eski Ürdün Filistin’den ayrılmıştır. 24 Temmuz’da da Filistin toprakları üzerindeki İngiliz mandası, Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından onaylanmıştır.
1923-1929 yılları arasında Filistin nispeten sakin bir dönem geçirmiş; bu dönemde her iki toplum da, manda rejiminin sonunda Filistin’in geleceğinin halkların nüfuslarına ve sahip oldukları toprak oranlarına göre belirleneceğini anlamıştır. Bu nedenle Filistinliler Yahudi göçünü haklı olarak engellemeye, Yahudiler ise göç yoluyla nüfuslarını ve topraklarını arttırmaya girişmişlerdir. 1928 yılının ikinci yarısında ekonomik krizin de etkisiyle Filistinliler ve Yahudiler arasındaki düşmanlık yeniden canlanmaya başlamıştır. Bunda hiç şüphesiz manda yönetiminin kuvvetli bir etkisi vardır. Manda, görünürde İngilizlerin Araplara ve Yahudilere karşı yükümlülükleri olduğu anlamına gelse de, yönetimin belirlenmesinde Arap tarafın hiçbir dahli olmamış, İngilizler bu işi Yahudilerle halletme yoluna gitmiştir. Bu tavır, Filistin’deki Müslümanların varlıklarının bile kabul edilmediğini açık bir şekilde göstermektedir. 15 Ağustos 1929’da Ağlama Duvarı’nda Yahudiler bir gösteri düzenlemiş ve hemen ertesi gün Filistinliler de bir gösteri düzenleyerek buna cevap vermiştir. 1928-1929 olayları bölgede gerginliği arttırmıştır. Bölgeye Mart 1930’da Walter Shaw liderliğinde gönderilen Araştırma Komisyonu’nun ekim ayında yayınladığı “Beyaz Bildiri” adlı raporda, gösterilerin nedeni, Filistinlilerin siyasi ve ulusal amaçları ile Yahudilerin çıkarlarının çatışması ve Filistinlilerin geleceğe dair duydukları ekonomik endişe olarak açıklanmıştır. Siyonist hareket bunu, Yahudi göçüne sınırlama getiren ve Filistinliler lehine görünen 1922 tarihli Churchill Beyaz Bildirisi’ne dönüş olarak yorumlamıştır. Ancak bildirinin aksine, Almanya’da 1930’lardan itibaren Yahudi karşıtı hareketlerin gelişmesine paralel olarak, Filistin’e göç eden Yahudi sayısında önemli oranda artış olmuş; 1934’te 40.000 olan göç sayısı, 1935’te 62.000’e çıkmıştır. Bölgede Yahudi nüfusunun hızlı bir şekilde artması Arap muhalefetini güçlendirmiştir. Aralık 1931’de Kudüs’te 22 ülke temsilcisi, Siyonist tehlikeye karşı Müslüman Ülkeler Kongresi’nde bir araya gelmiştir. 1932’de İstiklal Partisi ve Milliyetçi Arap Gençliğin Yürütme Konseyi kurulmuştur. 1935’e gelindiğinde Yahudi nüfusunun artmasıyla kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürülen Filistinlilerin tepkisi doruk noktasına ulaşmıştır. Bu zamana kadar birbirinden bağımsız hareket eden altı Arap siyasi partisinden (İstiklal Partisi hariç) beşi bir araya gelerek iş birliği kararı almıştır.