Kudüs Tarihi

Haçlılar Döneminde Kudüs

XI. yüzyılın sonlarında Katolik kilisesi liderliğinde Hristiyanlar Ortadoğu’yu ele geçirmek, Kudüs ve çevresini Müslümanlardan geri almak için askeri harekât başlatmışlardır. Bu harekât çerçevesinde yapılan saldırılar Haçlı Seferleri olarak isimlendirilir. Haçlı Seferleri’nin her ne kadar dışarıdan Doğu Hristiyanlarına yardım ve doğudaki kutsal mekânları, hac yollarını Müslümanlardan koruma amacıyla yapıldığı iddia edilse de, bu bir işgal seferiydi ve ekonomik gayeler ağır basmaktaydı. Haçlı savaşlarında Müslümanlar kadar Katolik olmayan Hristiyanlar da zarar görmüşlerdir. 1095’te Papa II. Urbanus’un Clermont Konsili’nde ateşli vaazının ardından halk galeyana gelmiştir. Soylu ailelerden gelseler bile fakir olan asilzadeler gibi Hristiyan yoksullar da doğunun zenginliklerinden ganimet almak arzusuyla yola koyulmuşlardır. Disiplinsiz birliklerden oluşan bu ordu 1096’da sefere çıkmıştır. Bu, Haçlı Seferleri’nin başlama tarihidir. Bu birliklerin başarısızlığının ardından ertesi yıl başlayan saldırılar sayesinde Ortadoğu’da toprak kazanma başarılmış ve Hristiyanlar kendi devletlerini kurmuşlardır. Bu Haçlı dalgası neticesinde Urfa’da, Antakya’da, Kudüs ve Trablus’ta Haçlı krallıklar kurulmuştur. 1291’de Katoliklerin Ortadoğu’da son devletleri olan Akkâ’dan çıkarılmasına kadar Haçlılar’ın egemenliği bölgede devam etmiştir. 1098’de Haçlılar Antakya’dan sonra Kudüs’ü ele geçirme hedefyle Akdeniz’in kıyısı boyunca güneye doğru ilerlemiş, yol boyunca önlerine çıkan şehirleri yağmalamışlardır. Haçlı ordusu 7 Haziran’da Kudüs yakınlarındaki Nebi Samuel Dağı’na vardıklarında Kudüs’ü uzaktan seyretmişlerdir. O sırada Kudüs Fatımiler’in elinde idi ve şehri Fatımi valisi İftiharü’d-devle yönetiyordu. İftiharü’d-devle’nin emrinde bin kadar asker vardı. Müslümanlar Haçlılara teslim olmak yerine şehirlerini savunmayı tercih etmişler ve askerlerin yanı sıra şehir halkı da savunma savaşına katılmıştır. Sur içinde kendilerini savunan Müslümanlar, Haçlı ordusunu susuz bırakmak ve böylece kuşatmayı zorlaştırmak amacıyla surun dışındaki su kaynaklarını ve saldırıda kullanılabilecek her türlü malzemeyi imha etmişlerdir. Kudüs’e saldıran ordunun başında Toulouse Kontu IV. Raymond de Saint Gilles adlı bir komutan vardı. Onun emrinde yirmi bin asker ile yaklaşık bir o kadar da hac niyetiyle orduya katılan Hristiyan bulunuyordu. Müslümanların direnişiyle karşılaşan Haçlılar şehri kuşatmaktan vazgeçmemişlerdir. Kuşatma beş hafta sürmüştür ve bu süre zarfında Haçlıların saldırı denemeleri geri püskürtülmüştür. Haçlılar gıda ve saldırı malzemeleri konusunda Yafa Limanı’nda karaya oturan iki Ceneviz gemisi ile dört İngiliz gemisinden yardım almışlardır. Şehre saldırıda kullanmak amacıyla Cenevizliler gemilerini parçalayıp ahşabını Kudüs’e nakletmiş, bunlardan iki kule yaparak surlara yaklaşmak için kullanmışlardır. Haçlıların Kudüs’e taarruzu 13-14 Temmuz’da başlamış, 15 Temmuz 1099’da Kudüs Haçlıların eline geçmiştir. Şehre ilk olarak kuzeydoğu kapısından Aşağı Lorraine dükü Godefroy de Bouillon’un birliğinden iki şövalye sızmış ve onların ardından Godefroy, kardeşi komutan Eustace, komutan Tancerd ve askerleri öğle saatlerinde Çiçek Kapısı yakınında surları aşarak şehre girebilmişlerdir. Güney taraftaki birlikleri yöneten IV. Raymond’un askerleri Şam Kapısı’nı açınca ana ordu şehre girmiştir. Müslüman halk Harem-i Şerif bölgesine sığınmıştır. Tankred’in komutasındaki birlikler buraya saldırıp yağmalamış ve Kubbetu’s-sahra’nın üzerine Haçlı sancağını dikmişlerdir. Davut Kulesi’ne sığınan vali direnişe buradan devam etse de, burayı kuşatan IV. Raymond’un kendisine ve ordusuna zarar verilmeyeceğini, serbestçe şehirden çıkabileceklerini garanti etmesi üzerine çaresizce teslim olmuş ve ordusuyla birlikte Kudüs’ten ayrılmıştır. Haçlıların Kudüs’te yaptıkları kıyımlar sebebiyle kelimenin tam anlamıyla su yerine kan akmıştır. Şehrin ele geçirildiği gün akşama kadar ve ertesi gün öğleye kadar yaşanan vahşet, şehrin tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir vahşettir. Yaşlılara, kadınlara ve çocuklara dahi acımayan Haçlı ordusunun Harem-i Şerif’e sığınan Müslümanlara dahi acımadığı, istisnasız herkesin katledildiği bu ortamda iki gün içerisinde yetmiş binden fazla kişinin öldürüldüğü ve şehirde kimsenin sağ bırakılmadığı kaynaklarda zikredilmektedir. Öldürülenler arasında inzivaya girme amacıyla şehre gelen, dünyadan el eteğini çekmiş çok sayıda derviş de vardı. Bazı tarihçiler saldırıda Katolik mezhebinden olmayan yerli Hristiyanların da öldürüldüğünü belirtirler. Saldırıyla ilgili günlük şeklinde yazılmış birinci el kaynak olan, yazarı meçhul Frankların Fiilleri ve Kudüs’e Diğer Haclar adlı Latince kronik, yaşanan katliamı anlatırken dökülen kanlardan şehrin sokaklarında askerlerin ayak bileklerine kadar yükselen kan seli aktığını yazmaktadır. Orduyla birlikte Kudüs’e giren Haçlı tarihçi Fulcherius da onu teyit etmekte ve şehir halkının altın paraları yutma ihtimali ile öldürülenlerin karınlarının deşildiğini yazmaktadır. Şehirdeki camiler, medreseler, evler, dükkânlar yağmalanmış ve ganimet olarak paylaşılmıştır. Ganimetlerin paylaşımında kim ne kadar elde ettiyse onu sahipleneceği prensibi uygulandığı için Haçlı askerlerinin yağmalama şekli akla hayale gelmeyecek şekilde olmuştur. Haçlıların Kudüs’te yaptığı mezalimi Haçlı tarihçi papaz Raymund d’Aguilers Historia Francorum qui ceperunt Iherusalem adlı eserinde övünerek anlatmıştır. Haçlıların Kudüs’teki yağmasından İslami sanat ve mimari eserleri de etkilenmiştir. Mescid-i Aksa ve Kubbetu’s-Sahra’daki değerli eşyalar yok edilmiş veya çalınmıştır. Kubbetu’s-Sahra’nın binasında bir değişikliğe gidilmemiş, burası Haçlıların Templum Domini adını verdikleri bir kiliseye dönüştürülmüş, kümbetinin üzerine bir haç, içerisine ikonlar konulmuş, o zamana kadar açıkta duran Hacer-i Muallak kayasının üzeri mermer ile örtülmüştür. Haçlılar Mescid-i Aksa’yı Templum Solomonis veya Palatium Solomonis şeklinde adlandırarak burayı saraya dönüştürmüşlerdir. Daha sonra Tapınak Şövalyeleri tarikatına verilen Mescid-i Aksa erzak deposu amacıyla kullanılmıştır. Yakındaki Mervan Mescidi de atların bağlandığı ahıra dönüştürülmüştür. Müslümanların sürekli ikametinin yasaklandığı şehirdeki camiler ya kiliseye dönüştürülmüş ya da farklı amaçlarla kullanılmıştır. Yeni kiliselerin inşa edildiği Kudüs, genelde eski görünüşünü korumakla birlikte tam bir Hristiyan şehri haline gelmiştir.

Müslümanlar şehri geri almak için uğraşmış, bu amaçla Fatımilerin veziri Efdal bir ordu hazırlamıştır. Bu orduya katılan diğer Müslüman devletlerin tebaaları Kudüs’e doğru yola çıkmış ve Remle’ye kadar gelmişlerdir. Bazı kaynaklar bu orduda yirmi bin, bazıları ise elli bin askerin bulunduğunu yazarlar. Fatımiler 5 Ağustos’ta Kudüs’e elçi göndererek şehrin teslim edilmesini talep etseler de, tahta çıkmış olan Godefroy bunu reddetmiş; Haçlı ordusu ile Müslümanların ordugâhı Askalan Kalesi’ne doğru taarruza geçmiştir. Müslümanlar savaşa hazırlıksız yakalanınca yenilmiş ve böylece Kudüs Haçlıların elinde kalmıştır.

Haçlılar Kudüs’te Latin Krallığı tesis etmişlerdir. Selahaddin Eyyubi’nin 1187 yılında Kudüs’ü ele geçirmesine kadar bu krallık batı Avrupa kökenli Katolik Hristiyanlar tarafından yönetilmiş, civardaki diğer Hristiyan devletler de buraya bağlanmıştır. . Her ne kadar papalığın amacı şehirde teokratik bir sistem kurmak olmuşsa da, şartlar gereği bu gerçekleşememiştir. Tahta ilk çıkan, şehre ilk giren birliklerin komutanı Godefroy de Bouillon olmuştur. Godefroy dindar bir insandı ve tevazu eseri olarak kral unvanı almamış ve kendisini “Kutsal Kabrin Muhafızı/Advocatus Sancti Sepulchri” statüsüyle adlandırmıştır. Bir yıl sonra o ölünce yerine kardeşi Urfa kontu I. Baudouin/Baldwin (1100-1118) geçmiştir. Ağabeyinden farklı olarak o kral unvanını kullanmıştır. Kudüs’teki Katolik din adamları ile çatışmamak için tacını Beytüllahim’de giymiş, bu gelenek sonraki krallar tarafından da sürdürülmüştür. Şehri ele geçiren ordu, Kudüs patrikliğine Papaz Arnoul’u getirmiştir. Katı Katolik olan Arnoul diğer Hristiyan mezheplerine karşı çok sert olmuş, onların din adamlarını Kutsal Kabir kilisesinden kovmuştur. Onun atanmasında kendisine danışılmamasından hoşlanmayan Papa, 1099’un sonlarında Pisa başpiskoposu Daimbert’i yeni Kudüs patriği olarak atamıştır.

Katoliklerin yönetimindeki Kudüs’te hayat genel olarak diğer Hristiyan mezheplerin mensupları için zorlu geçmiş, yerli halk Haçlıların yaptığı zulümlerden bıkmış, Müslümanların yönetimindeki günleri özlemişlerdir. Yerli Hristiyanlar içerisinde Haçlılarla iyi anlaşan, Ermeniler olmuştur. Onlar şehrin ele geçirilmesinde Haçlılara yardım ettikleri için diğerlerinin yararlanmadığı pek çok imkândan yararlandırılmışlardır. Kudüs Haçlı krallığının resmi dini Katolik mezhebi, resmi dili Latince olmuştur. Veraset sistemi ile tahta çıkan kral, asillerden oluşan Yüce Divan’a karşı sorumluydu. Yüce Divan kralı seçtikten sonra yeni kral Papa’nın onayına sunuluyordu. Bu durum, Papa’ya Kudüs kralı üzerinde egemenlik hakkı doğurmasa da, Kudüs’ü yönettiği için onun da Papa üzerinde muhtemel üstünlük iddiasını engelleyen bir faktördü. Kudüs patriği din adamları arasından seçilir, kral tarafından onaylandıktan sonra görevine başlayabilirdi. Yönetimsel bir sorun yaşanmaması için yeni seçilecek patriğin, Papa’nın itiraz edeceği birisi olmamasına özen gösterilirdi. Krallığın ordusu baronlar, asiller, şövalyeler, tarikat şövalyeleri, din adamları ve yaya askerlerden oluşuyordu ve şehre sürekli gelmekte olan Hristiyanlar da bu orduya katılıyordu. Ordunun ihtiyaçlarının karşılanması sadece kralın değil kilisenin de sorumluluğundaydı. Kıyı şehri olsa da krallığın deniz kuvvetleri yoktu ve bu açık İtalya şehir devletlerinin floları ile kapatılıyordu. Kudüs Haçlı krallığında yeni askeri tarikatlar kurulmuş veya tarikatlar askerileşmiştir. Örneğin Tapınak Şövalyeleri tarikatı burada kurulmuş, hasta hacılara hizmet amacıyla kurulan Hospitalier tarikatı da bir şövalye tarikatına dönüştürülmüştür. Bu dini-askeri tarikatlar zaman içerisinde gelişmiş ve orduda stratejik noktalarda görev almışlardır. Yönetimdekiler sadece Frank, Bizans, Ermeni ve batıdan gelenlerle evlenmeye özen gösterdikleri halde sıradan insanlar yerli Hristiyanlarla da evlenmiş, böylece krallığın nüfusu bölgenin kültür özelliklerini benimsemiştir. Yerli Hristiyanlarla kaynaşan Haçlılar yaşamın her alanında onlardan etkilenmişlerdir.

Kaynak
İlim Yayma Vakfı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu