Kudüs Tarihi

Kudüs’te Tasavvufî Hayat

Giriş

Filistin İslam âleminin mânevî merkezlerinden biri olarak tarih boyunca, fkrî, içtimâî, tasavvufî, felsefî ve siyâsî akımlara sahne olmuştur. İslam mâneviyatının güzel bir yansıması olan tasavvufî hayat, İslam coğrafyasının her yerinde olduğu gibi, içerisinde Müslümanların kalbinde husûsî bir yeri olan Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu Kudüs’te de tarih boyu canlılığını korumuştur. İlk asırlardan itibaren diğer İslam şehirleri gibi Kudüs’te de doğal olarak sûfîlerin varlığından söz edilebilir. Hicrî ikinci asırda ilk hankâhın Kudüs’e yakın mesafedeki Remle şehrinde kurulması bu bölgedeki tasavvufî hayatın canlılığı açısından önemlidir. Daha sonra asırlar içerisinde Kudüs haremi çevresinde de Düvâdâriyye, Kerîmiyye, Fahriyye, Sa’diyye, Mencekiyye, Mevleviyye, Sulhiyye gibi tarîkatlara ait birçok zâviye ve hankâh kurulmuştur. Bu mekânları sûfîler ile birlikte aynı zamanda âbidler, zâhidler, âlimlerin de kullandığı bir gerçektir.

Kültürel anlamda bakıldığında Filistin’in ilk meşhur kütüphanelerinden biri, Kâdirî tarîkati şeyhlerinden ve Şâfi fakîhi Şeyh Muhammed bin Muhammed Halîl’e âit olduğu bilinmektedir. Bu kütüphane ve yanındaki medrese, Kudüs’te sûfîlerin ilmî hayatta da etkin oluşuna güzel bir örnek teşkil eder.

A.Kudüs’te Tasavvufî Hayatın Gelişimi

Selahaddin Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethederek Haçlılar’ın tasallutundan kurtarmasında, sûfîler de fetihte önemli rol oynamıştı. İslam ordusu içerisinde zühd ve tasavvuf ehlinden pek çok kişi vardı. Fethin ardından tasavvufî hayat Kudüs’te daha etkin hale geldi. Selahaddin Eyyûbî şehrin İslâmî kimliğini güçlendirmek üzere bazı icraatlarda bulundu. Fakihler için medrese, sûfîler için de ribat yaptırdı. Sûfîlerin yerleşe bileceği bazı mekanları onlara tahsis ederek vakfyelerle devamlılığını sağladı.

 Eyyubiler ve Memlukler döneminde Selâhaddîn Eyyûbî’nin Kudüs’teki tasavvufî hayatı destekleme yaklaşımı devam etti. Memluk Sultanı Baybars, Kudüs şeyhleri için zaviyeler inşa ettirdi. Eyyubiler ve Memlukler, şehirde Osmanlılar tarafından fethinden sonra da devam eden birçok vakıfar kurdular. Osmanlı döneminde zâviyelerle ilgili vakıfar daha da arttı ve devamı için daha fazla şartlar sağlandı. Selâhaddîn Eyyûbî tarafından belirlenen şartlar aynı şekilde devam etti. Bu şartlardan bazıları şöyleydi: “Sûfîlerden olmayan birisi onların izni olmadan aralarına giremez… Zaviyelerde ihtiyaç olduğu kadarı dışında hiç kimse yaşayamaz… Sûfîlerden biri bir başka beldeye gider, sonra da dönerse aynı yerde hak sahibidir…” Sûfîlere olan bu ilgi, Kudüs’te tasavvufun gelişmesine, tekke ve zâviyelerin çoğalmasına, Rifâiyye, Halvetiyye, Şâzeliyye, Vefâiyye, Bistâmiyye, Kalenderiyye, Yûnusiyye ve diğer tarîkatların yayılmasına vesile olmuştur.

Avrupa devletlerinin Kudüs’ü yeniden ele geçirme çalışmalarına engel olmak üzere Osmanlı Devleti’nce yapılan çalışmalardan biri de Kudüs şehrinde tasavvufî hayatın gelişmesine büyük destek vermesi olmuştur. Çünkü suflerin şehrin istikrarına; şehirdeki dînî, mânevî, toplumsal ve siyasal hayata katkısı büyüktü. Osmanlı sultanları tarîkat şeyhlerine hediyeler gönderdiği gibi, tekkelerin iaşesi için yardımlarda bulunarak, şeyhlere çeşitli sorumluluklar verdiler. Vakıf sicillerinde sultanların ve devlet adamlarının vakfyeleri ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Bazı örnekler vermek gerekirse, Sultan Selim Mevlevî tarikatı şeyhine aylık beş yüz akçe maaş bağlamıştır. Kudüs valisinin yardımcısı olan Kızıl Ahmed’in oğlu Kasım Bey 1530 senesinde Şeyh Ali el-Halvetî için bir üzüm bağını vakfetmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman, Vefâiyye tarikatının şeyhinin Davud Peygamber Zaviyesi’ne atanmasının ardından Ahmed ed-Decânî’ye birkaç vakfye tesis etmiştir. Şeyh Decânî, Girit adasının fethini müjdeleyince, Sultan Süleyman ona teşekkür olarak kıymetli hediyelerle birlikte zaviyesine su kanalı açılarak su ulaştırılmasını emretmiştir.

B.Mutasavvıfarın Huzur Bulduğu Mekân Olarak Kudüs

Kudüs sûfîlerin çok önem verdikleri bir ziyâret mekânı ve feyz kaynağıdır. Bu mânâda İmâm Gazâlî’nin 1095’te Kudüs ziyâreti meşhurdur. İmam Gazzalî Beytü’l-Makdisi (Mescid-i Aksa’yı) ziyaret edip bir süre orada inzivâ hayatı yaşadı. Bu sırada Kudüs halkı için İhyâ’ü ‘ulûmi’d-dîn’in bir bölümü olan er-Risâletü’l-kudsiyye’yi yazdı. Sûfler Kudüs’te bulunan ve sayıları 50’yi geçen kervansaray ve zâviyelere önem vermişlerdir. Osmanlı ile ilgili akademik çalışmalar Kudüs’te sûfîlere ait vakıfardan bahsetmektedir. Bu vakıfar misafrlerin aydınlatma, yiyecek-içecek giderlerini karşılıyordu.

Filistin’de tarikat erbabını dini ve resmî günlerde davet etmek Osmanlı döneminde yaygın bir adetti. Örneğin Ramazanın son cumasında zikirler ve ayinler yapmak için zengin aileler kendilerine yakın tarikat erbabını evlerinde ağırlardı. Osmanlı’dan sonraki dönemlerde bu davetler resmi günlerle, kadir gecesi ve mevlid kandiliyle sınırlandı. 1948 sonrasındaki işgal yıllarında diğer yapılar gibi zaviyeler de çok büyük zarar gördü ve yıkıma maruz kaldı. Geçmişe göre çok az zâviye varlıklarını devam ettirebilmiştir.

Tarihte büyük sûf ve mürîdleri Beyt-i Makdis’e ziyarette bulunmuşlar ve bir kısmı burada ikâmet ederek zâviyeler, tekkeler ve hangâhlar inşa etmişlerdir. Kudüs’teki sûfîler de tasavvufa dair kitaplar, risaleler yazmışlardır. Tasavvufa alakalı Kudüs’te birçok yazma eser olduğu yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir. Burada kısaca İsrâ ve Mîrâc hadisesine tasavvufî bakışla değinmekte yarar vardır. Bilindiği üzere Kudüs şehrinin Müslümanlar açısından kutsallığında İsrâ ve Mîrâc hadisesi başta gelir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz’in İsrâ ve Mîrâcı üzerine birçok eser kaleme alınmıştır. Sûfîler de konuyla alakalı önemli metinler ortaya koymuşlardır. Tasavvufî açıdan İsrâ ve Mîrâc hakkında müstakil kitap yazan sûfîlerin başında ise Muhyiddîn İbn el-Arabî (ö. 638) gelir. İbnü’l-Arabî’nin, hadiseye getirdiği yorumlar sonraki sûfîleri etkilemiş ve onun eseri başta gelen kaynaklardan biri olmuştur. İbnü’l-Arabî, eserlerinde Rasûlüllah’ın mîrâcından hareketle velîlerin mîrâcını anlattığı gibi bizzat kendisinin farklı mîraclarını detaylı bir şekilde anlatmaktadır. İbnü’l-Arabî’ye göre Burak; ilâhî muhabbeti sembolize eder. Mescid-i Aksâ; nûr-i ilâhî, Rasûlüllah’a peygamberlerin uyması ve orada Burak’ın beklemesi; kalp sâfyetine işârettir. Efendimiz’in süt içmesi leddünî yani keşfî ilme delâlet eder. Semâ kapılarının çalınması; nefs mücâhedesine işârettir. Sidretü’l-Müntehâ’ya ulaşması ve meyvelerden doyması îmânı sembolize eder. İsmail Hakkı Bursevî, ise Peygamber Efendimiz’in (as) üzerinden semâya yükseldiği kayaya dikkat çeker. Ona göre bu kaya sıradan bir kaya olmayıp, önemli bir şeyin işaretidir. Bursevî’nin görüşüne göre dünyadaki suların merkezi tam bu kayanın altında yer alır. Bütün sular bu merkezden dünyaya taksim edilir. Su ile rahmet arasında bağlantı kuran Bursevî, Rasûlüllah’ın âlemlere rahmet olmasını hatırlatır. Kayaya “Sahratullah” denilmesi de Rasûlüllah’a (as) hürmet anlamına gelir. Bursevî buna örnek olarak Kâbe’ye “Beytullah” denilmesini hatırlatır. Bunun anlamı ise Hz. İbrâhim’e hürmet demektir.

C.Kudüs Sûfîleri

Filistin İslam âleminin hayatî önem taşıyan bir merkezidir. Bölgenin sakinleri bu coğraf alanda İslam medeniyetinin uzantısı olarak yer alırlar. Filistinlileri diğer Müslümanlardan farklı kılan, siyasi olaylar ve İsrail işgali sebebiyle hayatlarını güvensiz bir şekilde devam ettirmek zorunda kalışlarıdır.

Filistin’deki sûfîler de aynı durumda olup, işgalin zor koşulları tasavvufî hayatın ortaya çıkmasını engellemektedir. Bundan dolayı Kudüs’te yaygın olan sûfî tarikat şeyhlerinin çoğunluğu, Filistin dışında yaşamaktadırlar. Kudüs’e kuzey Afrika’dan Yûnusiyye, Kalkaşendiyye gibi tarikatlar, Türkiye’den Mevlevîlik, Mısır’dan ise Desûkıyye ve Geylâniyye gibi tarikatlar gelmiştir. Mısır’dan gelen tarîkatların hepsi “Derâvîş” tarikatları olarak isimlendirilmektedir. Kudüs’te günümüze kadar devam edip varlığını sürdüren en meşhur tarîkatlar; Halvetiyye, Nakşibendiyye, Şâzeliyye ve Alâviyye’dir. Bunlar içerisinde Filistin toplumunda Halvetî tarikatı halen çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu tarikat Kudüs’te ilk olarak Şeyh Abdurrahman eş-Şerîf tarafından temsil edilmiştir. Bu tarikatin müntesipleri daha çok doktor, mühendis, öğretmen ve akademisyen gibi kültürlü insanlardan oluşmakta, eğitim ve yardım gibi içtimâî hizmetlere öncülük etmektedir. Bütün bu tarikatlara ek olarak tarihte Kudüs’te bulunan ve derin izler bırakan bazı meşhûr sûfîlere de yer verelim:

1.İbnü’l-Cellâ

Asıl adı Ebû Abdillâh Ahmed b. Yahyâ el-Cellâ’dır. Filistin’in bugün Yafa-Kudüs yolu üzerinde bulunan Remle kasabasında bir müddet ikamet etmiştir. İbnü’l-Cellâ (ö. 306/918) çocukluğunda Ma‘rûf-i Kerhî, Serî es-Sakatî, Zünnûn el-Mısrî gibi meşhur sûfîlerin hizmetinde bulunmuştur. İbnü’l-Cellâ’nın esas mürşidi Dımaşk’ta (Şam) iken tanıştığı Ebû Türâb en-Nahşebî’dir. Çağında gerçek anlamda üç sûfî bulunduğunu söyleyen İbn Nüceyd, İbnü’l-Cellâ’nın bunlardan biri olduğunu belirtmiştir.

2.Tâhir b. Alî el-Makdisî eş-Şeybânî (İbnü’l-Kaysarânî)

1056’da Kudüs’te doğmuştur. Dînî ilimlerde iyi bir eğitim gören Kayserânî’nin güçlü bir hadis hâfızı, ilmi ve hadisi önde tutan bir sûfî olduğu nakledilir. Hadis ile ilgili on bir eseri bulunan Kayserânî, tasavvufa ait Şafvetü’t-tasavvuf ve konusunda ilk çalışmalardan biri olan Kitâbü’s-Semâ adlı iki eser kaleme almıştır. Hicri 507 miladi 1113 yılında vefat etmiştir.

3.Gânim el-Makdisî

Gânim b. Ali Asâkir el-Makdîsî, hicrî 562 yılında dünyaya geldi. Büyük velilerden zâhid bir kimse idi. Kudüs’te yaşadı ve 632’de vefat etti.

4.Ahmed el-Bistâmî

Ahmed b. el-Kürdî el-Bistâmî, Kudüs’te bulunan Bistamiyye zaviyesinin şeyhi idi. Salahiyye Medreselerinde büyük fakihlerindendir. Kudüs’te şeri’î sûflerinin 881 h.’de vefat edinceye kadar şeyhi idi.

5.Muhammed b. Ebu Bekir el-Makdisî

841’de Beytü’l-Makdis’te doğdu. Vefâiyye Zâviyesi şeyhi ve Hüseyniyye Medresesinin müderrisiydi. 891’de vefat etmiştir.

6.Şihâbüddin el-Makdisî

Şihâbüddin Ebü’l-Abbas eş-Şeybanî el-Makdisî, 844’te doğmuştur. Salih, takva sahibi ve muhakkik bir zattır. Kudüs’te Şeybâniyye Zâviyesi’nin şeyhi olup, 925 yılında vefat etmiştir. Kudüs’te daha birçok sûfî ve zâhid yetişmiştir. Biz örnek olarak bu kadarıyla iktifâ ediyoruz.

D.Kudüs’teki Zâviyeler ve Hankâhlar

Kudüs tarihte zâviyeler ve hankâhlar açısından da zengin bir şehir olmuştur. Bunların bir kısmı ebette ki günümüze ulaşamamıştır. Zâviyeler Kudüs’ün eski şehir surları içerisinde olduğu gibi dışarısında da inşâ edilmiştir. Hatta Mescid-i Aksâ alanında “en-Nasriyye” medrese ve zâviyesinin yer alması tasavvufun Kudüs’teki etkinliğini göstermek bakımından önemlidir. Bu zâviye ve medreseyi Nasr İbrahim el-Makdisî hicrî beşinci asırda inşa etmiştir.

Osmanlılar döneminde ise zâviyelerin sayısı yirmiyi aşmıştır. Kadîm Kudüs şehrinin surlarının dışında zâviyeler bulunmaktadır. Tüm zâviyeler bazı araştırmalara göre kırk beş civarındadır. Yazımızın sınırlı olması sebebiyle bu zâviyelerden bazılarına yer vermekle yetineceğiz.

1.Cerrâhi-Rifâi Zâviyesi

Şeyh Cerrah mahallesinde yer alan zâviye Salahaddîn-i Eyyûbî emirlerinden Hisamüddin b. Şerefüddin Îsâ el-Cerrâhî’ye aittir. Îsâ el-Cerrâhî, Kudüs’te vefat etmiş ve Şeyh Cerrâh zâviyesine defnedilmiştir. Kabri üzerine kubbe yapılmıştır. Burası aynı zamanda Rifâiyye tarikati müntesiplerinin uğrak yeri olmuştur.

2.Hindistan Zâviyesi

Kudus’ün suru içinde Bâbü’s-Sâhire önünde sağ tarafının yukarısında Hindistan zâviyesi yer alır. Buraya gelenlerin ve ikamet edenlerin çoğunluğu Hindistanlı olduğu için bu isim verilmiştir. Binalar tercih edilen görüşe göre XIII. veya XIV. yüzyıla âiddir. Osmanlıların ilk döneminde Ferîd Baba Genç isimli Hindli bir mutasavvıf bu zâviyeye bakım ve onarım yaptırarak Hindli ziyaretçilere adamıştır. Daha sonraları Hindistan zâviyesi Ensârî el-Makdisî ailesine verilmiş ve günümüze kadar bu âile devam etmiştir. 1964 yılında bu zâviyenin bir bölümü mültecilere yardım için kiralanmıştır. Bu kısmı Kudüs’teki yoksullara ve sığınmacılara malzeme ve aynî yardım dağıtmak için kullanılmaktadır. Diğer kısmı ise günümüzde sağlık kliniği olarak çalışmaktadır.

3.Vefâiyye Zâviyesi (Kızıl Minare)

Kudüs şehrinde Sâhire kapısı ile Mücâhidîn yolunun kesiştiği yerdedir. Zâviye yolu diye de isimlendirilir. Osmanlıların ilk dönemlerinde yapılmıştır.

4.Nakşıbendî Zâviyesi (Buhâriyye yada Özbekiyye Zâviyesi)

Burada ikâmet edenler Özbekistan’lı oldukları için bu adı almıştır. Yine ziyaret edenler Özbekistan’dan geldikleri için bu isim verilmiş olabilir. Nakşıbendî zâviyesi 1967’ye kadar Endonezyalı hacıları da konuk etmiştir. Kudüs şehrinin işgali ile faaliyeti durmuştur. Bugün zâviye câmi gibi hizmet vermektedir. Yahudiler defalarca onu elde etmeye, Mescid-i Aksâ’nın batı revaklarının altına kazdıkları tünele açılan bir kapı olarak kullanmaya çalıştılar. 1996 yılında zâviyeyi açtılar. Ancak onların bu girişimleri İslam Vakfı’nın karşı çıkmasıyla başarısız oldu.

5.Afganlılar Zâviyesi

1633’te Hindistan’lı Şeyh Abdükâdir el-Cîlânî Hindistan’dan Kudüs’e gelerek buraya zâviye yaptırmış ve Kadirî-Alevî tarîkatını yaymıştır. Bu gün bu zaviye içinde bir grup Afganistanlılar’ın kaldığından dolayı “Afganlılar Zâviyesi” olarak bilinir. Afganlılar zâviyesi faaliyet ve etkinliklerine devam etmektedir. Özellikle mevlîd-i Nebevî ve hicrî yılbaşında husûsî etkinlikler yapılır.

6.Bistam Zâviyesi

Bistam zâviyesi, Zeytûn’un doğu yönündeki kayanın altında yer alır. Hoş bir mekân olup Bistamlı fakirler burada bir araya gelirler. Yan tarafında kuzey yönünde ise Dürcü’l-Burak’a bitişik olan Samâdiyye zâviyesi yer almaktadır. Kudüs hangâhlar açısından da zengin bir şehirdir. Bunlardan bir kısmına örnek olarak yer vermek istiyoruz.

1.Salâhiyye Hangâhı

Kadim Kudüs şehrinin kuzey batı tarafında yer alır. Kıyamet Kilisesi’nin üstündedir. Salahaddin Eyyûbî ve Yusuf b. Eyyûb tarafından 1189 yılında inşa edilmiştir.

2.Devâdâriyye Hangâhı

Kuds-i Şerîf hareminin kuzey yönünden karşısında yer alır. Alemüddîn Sencer b. Abdullah İbnü’d-Devâdar tarafından 1295 yılında inşa edilmiştir. Bu bina tasavvuf ve medrese eğitimini birleştirmiştir. Aynı zamanda medrese olan bu hangâhda Şâfî mezhebi üzre fıkıha ek olarak kırâat ilmi ve hadîs-i nebevî dersleri verilirdi. Bugün ise ilkolkul olarak kullanılmakta olup Medrestü’l-Bekriyye diye bilinmektedir.

3.Fahriyye Hangâhı

Kudüs Haremi’nin güney köşesinde İslam Müzesi’nin yakınında yer alır. Kadı Fahreddin Muhammed b. Fazlullah tarafından 1329 yılında inşa edilmiştir. Önce medrese olarak inşa edilen bina daha sonra hangâh olarak kullanılmıştır. 1967’de İsrail işgal güçleri büyük bir bölümünü yıkmışlardır. Kalan kısmı ise İslâmî eserler için kullanılmıştır. Bugün ise İslam Müzesi’nin görevlileri için kullanılmaktadır.

Sonuç

Kudüs tarih boyunca tasavvûfî hayatın en canlı yaşandığı merkezlerden biri olmuştur. Selâhaddîn Eyyûbî’nin sûfîlerin de büyük katılımıyla Kudüs’ü fethetmesinden sonra Kudüs’te tarîkat müesseseleri artmaya başlamış, Memlûklar ve Osmanlılar döneminde daha da çoğalarak ellinin üzerinde dergâh ve hangâhın inşâ edildiği bilinmektedir. Bu da tasavvufî hayatın Kudüs’te önemli bir yere sahip olduğunun en açık göstergesidir. İslam devletleri Kudüs’te Müslümanların varlığının devamı için şeyhlerin faaliyetlerini, zâviye ve hangâhların hizmetlerini vakıflarla desteklemeyi, haçlılara karşı bir siyâset olarak önemsemişlerdir.

Kaynak
İlim Yayma Vakfı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu