Kudüs Tarihi

Osmanlı Döneminde Kudüs Vakıfları

Giriş

Vakıf kurumu Abbasiler döneminden itibaren İslam âleminde kurulan devletler ve toplumlar içinde farklı alanlarda farklı gelir kaynakları ile çok sayıda sosyal, ekonomik ve dini hizmeti ifa etmiştir. Bu eğilim hem karşılıksız iyilikte bulunmanın kutsal kaynaklarca teşviki, hem de zaman içinde oluşan sağlam vakıf hukuku sayesinde müspet yönde artarak devam etmiştir. Hususiyle Büyük Selçuklu Devleti ile ondan ayrılarak kurulan devletlerde, sonrasında Mısırda kurulan Eyyubiler ve Memluklerde ve nihayet Osmanlı Devletinde ifa ettikleri tarihi hizmetler yanında insan başta olmak üzere tüm varlıklara hizmet eden bir veçheye bürünmüştür. Bu yaygınlık ve rağbet hayatın, ekonominin, farklı seviyelerdeki insanların istifadesine sunulan çok değişik vakıfların kurulması kadar ilahi kaynaklarda mukaddesliği açık olarak beyan edilen mekânlar için bir kat daha üst bir seviyede tezahür etmiştir.

Yani Müslümanlar Hz. Peygamber döneminden itibaren Mescid-i Nebevi , Emeviler ile Abbasiler döneminden itibaren ise Kâbe ve Kudüs için vakıf yapmayı normal vakıf itiyadının ötesinde mukaddes bir vazife saymışlardır. Bu sayede sadece üç şehirde imar ve kutsal mekânların tamir ve bakımı değil, burada muvakkat ve sürekli yaşayan tüm insani unsurlar için de vakıflar tesis edilmiştir. Kudüs ve çevresinde bulunan mukaddes mekânlar için vakıf kuran ilk kişinin tevsik edemesek de Hz. İbrahim olduğunu söylememiz mümkündür. O, gerek Kâbe-i Muazzama, gerekse Mescid-i Aksa için vakıflar kurmuşsa da, bu vakıfların gelir kaynakları ve hayratı ile alakalı mevsuk (belgeye dayalı) bilgi elimizde yoktur. Ancak hemen belirtelim ki onun tarafından inşa ve tesis edilen Kudüs yakınlarında, el-Halil şehrindeki imaretin vakfı, halen devam eden mevsuk en eski vakıf örneğidir. Osmanlı Devleti’nin hem Mekke ve Medine hem de Kudüs’te tesis ettiği vakıflarının tarihi, her üç şehirdeki siyasi hâkimiyetinin başladığı dönemden çok öncesine rast gelmekledir.

1517 Öncesi Osmanlı Devletinin Kudüs’ü Sahiplenmesi

Osmanlı Devleti gerçek kuruluşunu Orhan Bey ve I. Murad dönemlerinde tamamlamıştır. Yıldırım Bayezid döneminden itibaren de tüm Müslüman devletler gibi mukaddes mekânlar için vakıflar veya merkezî hazine vasıtasıyla adına para göndermiştir. Bunun en açık göstergesi Yıldırım Bayezid döneminde Haremeyn’e gönderilen surredir. Hemen belirtelim ki Yıldırım Bayezid’in bu surresi içinde Kudüs payı bulunmamaktadır. Bu bakımdan biz Osmanlı Devleti’nden Kudüs için surre gönderme uygulamasını II. Murad döneminden itibaren başladığını kabul ediyoruz. Osmanlı Devletinin Kudüs ve hususiyle El-Aksa’daki görünürlüğü ve sahiplenmesine dair en eski belge II. Murad dönemi ümerasından Emir Mahmud’un kızı aynı zamanda Çandarlı İbrahim Paşa’nın (1430) eşi olan İsfahanşah Hatun’un Kudüs’te Eşrefye medresesi ile Mathara kapısının arasında iki katlı olarak inşa ettirdiği medrese vakfına aittir. Aynı zamanda Osmanlı Arşivinde bulunan Kudüs ile alakalı en eski vakıf belgesi olan bu vesikaya göre O, İznik’e bağlı Hasbeyliköyü Gerede’ye bağlı Çayören, Avşar, Goncaaliler, Mankalar, Kabaklar, Geçitler, Surgurlar, Dümenler, Demirciler, İncikler köyleri ile Hayraboluʼya bağlı Karagür, Şalgamlu ve Yörgüçlü köylerinden elde edilecek gelirleri bu medresenin masrafarına tahsis etmiştir. XVI. yüzyılın sonlarında bu vakfın gelirlerini gösteren ilgili defterlere göre sadece İznik’teki Hasbeyli köyünden tahsil edilen meblağ yıllık 288 altındır.

Burada cevaplandırılması gereken temel soru İsfahanşah Hatun’un hangi saikle böyle bir vakıf tasarrufunda bulunduğudur. Çünkü klasik vakıf hukukuna göre vakfın yönelmesi gereken alanlardaki dikkat edilen husus, vakfın kurulduğu yerde veya yakın çevresinde insanların ihtiyaç duyduğu alana hasredilmesidir. İsfahanşah Hatun ise Bursa veya Edirne’de yaşamıştır. Kanaatimizce anılan hanım, hayatta iken hacca gitmiş giderken veya dönerken Kudüs’e uğramış ve bu ziyaretinin hatırasına bir medrese yaptırmış ve vakıflar bağlamıştır. Ya da Kudüs’e gidip gelen bir yakını vesilesi ile böyle bir tasarrufta bulunmuş olabilir. XVI. asrın sonlarında tutulan muhasebe defterlerinde yukarıdaki köylerden sadece İznik’in zikredilmesinin sebebi ise vakfiyede adının ilk sırada bulunmasıdır. Çünkü vakıfların muhasebeleştirmesinde 288 altın gibi net bir rakamın bir köyden tahsil edilmesi oldukça zordur.

Osmanlı Sultanları arasında Kudüs için vakıf kuran ilk kişi II. Murâdʼdır. O, Manisa Saruhan’da bulunan mallarının gelirinden Kudüs fukarasına 200 altın şart kılmıştır. Keza Bursa’da inşa ettirdiği Medrese vakfından Kudüs için tahsiste bulunmuştur. Kudüs’te ilhak öncesi kurulu Osmanlı vakıflarından üçüncüsü ise Niğde’ye bağlı Kayı Köyü’nün Kudüs’te inşa edilen bir medresenin vakfı olarak tahsis edilmesidir. Hem nüfus hem de ekonomik olarak oldukça büyük denilebilecek bir köy olan Kayı köyü ve dört mahallesinin 1500 yılındaki geliri 19.838 akçe iken 1530 yılında 33.806 akçeye yükselmiştir. XVI. asrın sonunda ise bu köyün geliri 52.855 akçe olarak tahakkuk etmiştir.

Kudüs’ün İlhakı ve Himaye

Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşını zaferle neticelendirdikten sonra 1516 yılında ikinci Doğu Seferine çıkmış ve bu süreçte gelişen hadiseler sonucu 1516’da Merc-i Dabık ovasında Memluklü Hükümdarı Kansu Gavri’yi yenerek Suriye ve Kudüs’ün Osmanlı hâkimiyetine girmesi yolunu açmıştır. Devamında Han Yunus Savaşının kazanılmasıyla Filistin bölgesindeki Memluklü direnişi tamamen kırılmış ve yukarıda bahsettiğimiz üzere ilhaktan evvel Osmanlı Devleti ve ricalinde her zaman büyük önem ve saygı gören Kudüs ile Halilürrahman şehirleri savaşsız Osmanlı himayesine girmiştir. Bu gelişmenin devamında Yavuz Sultan Selim, 26 Aralık 1516 tarihinde ikindi vaktinden sonra Kudüs’e gelmiş ve ilk olarak Kubbetüssahra ve Aksa Camiini ziyaret etmiştir. Haremde iken halka bol miktarda ihsanda bulunmuş ve gece ordugâha geri dönmüştür. Ertesi gün tekrar mukaddes mekânlara gelen Sultan ziyaretlerden sonra halka ve Harem vazifelilerine tekrar ihsanda bulunmuştur. Sultan Selim Kudüs ziyaretinin ardından Halilürrahman’ı ziyaret etmiştir. Yavuz Sultan Selim ve vezirleri tarafından yapılan bu ameliye konumuz açısından hayli dikkati caliptir. Çünkü özellikle Memluk Devleti’nin son döneminde gerek Osmanlılar ile mücadeleler, gerekse içerideki asayişsizlikler nedeniyle oldukça güç duruma düşen Memluk Devleti’nin Kudüs’ün imarı ile ilgilenemediği ve kutsal yerler ile halkının zor duruma düştüğü bilinmektedir. Daha Memluk Devleti ile savaş bitmeden Sultan Selim’in önce Kudüs’teki mukaddes mekânları ziyaret etmesi ve daha da önemlisi yanında halka dağıtılacak para götürmesi Kutsal şehir halkını sahiplenme geleneğinin çok güçlü bir göstergesidir. Bu olay iki bakımdan önemlidir.

1-Savaş içinde bulunmasına rağmen bizzat Sultan bu ortamdan uzaklaşarak ve Kutsal şehrin ahalisini bu hadisenin dışında tutarak iki ayrı ziyaret gerçekleştirmiştir.

2-Bu ziyareti esnasında bu makalenin genel temasını oluşturan himaye geleneğinin müesseses bir tatbikatı yapılmıştır. Her iki husus da bizim ortaya koymaya çalıştığımız Osmanlı Devleti ve Mukaddes mekânlar bağlantısını çok bariz ortaya koyacak veriler taşımaktadır.

Osmanlı Devleti siyasi ve ekonomik durum neyi gerektirirse gerektirsin mukaddes mekânları ve halkını bunun dışında tutmayı bilmiş hatta bunu öncelikleri haline getirmiştir. İlaveten en azından Yıldırım Bayezid döneminden itibaren sistematik olarak gönderilen Mekke ve Medine surrelerinin bir benzeri en azından bu ziyaretle Kudüs için de başlamış olmalıdır. Hatta şu an elimizde buna dair bir bilgi olmasa da Sultan Selim’in Kudüs’ün ilhakı durumunu göz önünde tutarak İstanbul’dan çıkarken yanına Surre diyebileceğimiz paraları aldığını düşünebiliriz. Sultan Selim’in Osmanlı Devleti ve Mukaddes mekânlar ilişkisinin ne derece ileri olduğunu gösteren ikinci bir ziyareti de Halilürrahman şehrine daha doğru bir ifade ile Halilürrahman Külliyesine gerçekleşmiştir. İki şehrin arası kırk kilometre civarındadır. Sultan Selim aynen burada da Hz. İbrahim Külliyesini, türbe ve makamları ziyaret etmiş, gelirken ve giderken halka hediye dağıtmıştır. Bu davranış ve ziyaretlerin dini olduğu kadar, elbette ekonomik ve siyasi sonuçları da olmuştur. Ancak meselenin en mühim tarafı Sultan Selim ve yakın adamlarının bu ziyaretleri Kutsal şehirlerdeki halkın Osmanlı Devletine bakışını müspet yönde etkilemiş, bu sayede Kudüs ve çevresinde Osmanlı yönetimi kalıcı olabilmiştir. Sultan Selim’in davranışının bir başka izahı ise Osmanlı Devleti’nin özellikle Müslümanların önem verdiği coğrafyalardaki himaye sürecine çok önceden hazırlandığıdır.

Himayenin Görünür Olması ya da Osmanlı Devletinin Kudüs’teki Sosyal ve Ekonomik Politikası

Bu çalışmada öncelikli olarak vurgulayacağımız hususlardan biri 1517 yılından itibaren Osmanlı Devleti’nin her yıl düzenli ve ilk tespit edilen sistematiğe göre Kudüs halkına Surre gönderdiğidir. Her ne kadar elimizde bulunan en eski Surre defterleri XVI. asrın sonlarına ait tarihlerde olsa da, aynı durumun Mekke ve Medine Surre defterlerinde de vaki olduğu hakikatinden hareketle bu tezimizi dile getirmenin temelsiz olmadığını düşünüyoruz. Eğer kuvvetle muhtemel olan bu durum 1517’den sonra her yıl tekrarlanmış ise Osmanlı Devletinin Kudüs’ü sosyal ve ekonomik himayesinin birinci ayağının surreler olduğunu çok rahat söyleyebiliriz. . Çünkü XIX. asır Surre defterlerinde daha fazla belirgin olduğu üzere Surre almanın Kudüs halkı için iki yönü bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi haliyle gelir elde etmeye yönelikti. İlk dönem elimizde olan Surre defterlerinde bu durum açıkça görülse de yıllık olarak alınan Surrenin bir altın civarında olduğu düşünülürse bu rakamın geçim için yeterli olmadığı açıktır. O halde Surre alan veya bir şekilde deftere kaydedilen surre hak sahibinin bu durumu paranın ötesinde başka bir anlam da taşımaktaydı. O anlam, Osmanlı Devlet merkezinin kayıtlarına girmek, daha açık bir ifade ile bu yolla statü elde etmek olarak düşünülebilir.

a-Kudüs’teki Evkaf-i Kadîmenin İdame ve İhyası

Bilindiği gibi İslam hukukuna göre vakıf muamelesi ebedi bir tasarruftur. Her hangi bir devirde, herhangi bir yerde ve herhangi bir maksatla Müslümanlar tarafından kurulan vakıflar sadece akarları ve şartlarının devamı durumunda değil, idaresinde olduğu Müslüman devletlerin değişmesi halinde de aynen muhafaza edilmiştir. Buradan hareketle Osmanlı Devleti, Anadolu başta olmak üzere, Suriye, Irak, Filistin ve Kudüs’te ise Osmanlı öncesinde kurulmuş ve varlığı devam eden tüm vakıfları aynen korumuş ve son dönemine kadar varlıkları ve faaliyetlerinin devamını sağlamıştır. Bu çerçevede, bir fikir oluşturması maksadıyla, Osmanlı öncesi kurulan ve XVI. asırda faal olan sosyal ve ekonomik değeri olan vakıfları detaylı olarak Kudüs’ün 970/1562-1563 tarihli mufassal evkaf tahrir defterinde buluyoruz. Defterdeki bilgilere göre anılan zaman diliminde kurulu vakıfların toplam sayısı doksan beş olup bunlardan on beşi Osmanlı döneminde kurulmuş, 39 adedinin kurucusu tespit edilememiş, kalan kırk iki vakıf ise Osmanlı öncesi dönemden intikal etmiştir. Bu defter dışında, özellikle Osmanlı öncesi dönemden intikal eden vakıflarla alakalı detaylı bilgiler, Şeriye Sicilleri ve yerel belgelerden de istifade edilerek Muhammed Haşim Guşe tarafından hazırlanan El-Evkafü’l-İslamiyye f’l-Kudsi’ş-Şerif Dirase Tarihiyye Muvessika adlı eserde bulunmaktadır. Guşe’nin tespitlerine göre anılan yüzyılda mevcut Osmanlı öncesine ait vakıfların sayısı 145’tir.  Aynı kaynağa göre XVI. asırda Kudüs ve çevresinde Osmanlılar tarafından kurulan vakıfların toplam sayısı ise 292’dir.  Elimizde sosyal hayata dair vakıf yoluyla yapılan katkının en somut göstergeleri olması hasebiyle öncelikle Kudüs’teki Surre vakıfları ve tahsisatından bahsetmek istiyoruz.

b-XVI. Asrın Sonunda Kudüs Surresi Vakıfları

Kudüs ve Halilürrahman surresinin toplam miktarının yarıdan fazlası vakıflar tarafından karşılanmıştır. Bu paralar defterlere Hakaniye-i Rumiye olarak yazılmış, Sultanların bizzat yaptığı tahsisler ise Sadaka-i Sultaniye adını almıştır. Hakaniye-i Rumiye olarak Surre gönderen vakıflar şunlardır:

1-İsfahanşah Hatun Vakfı

2-Sultan II. Murad Vakfı

3- Sultan II. Selim Edirne’deki Camii ve İmareti Vakfı

4- Darussaade Ağası Mehmed Ağa Vakfı

5- Kethüda Hatun Vakfı

6- Kansu Gavri’nin Haleb Vakfı

7-Abdüsselam Bey Vakfı

8- Kanuni Sultan Süleyman’ın Vakfı

9- Niğde’de Kayı Köyü

c- XIX. Asrın Başında Kudüs Surresi Vakıfları

1-İstanbul’da Darussaade Ağası Mehmed Ağa Vakfı

2-İstanbul’da Darussaade Ağası Abbas Ağa Vakfı

3- Gazi Turahan Bey ile Ömer Bey

4- III. Ahmed’in Eşlerinden Emetullah

5- Hacı Beşir Ağa

d- XIX. Yüzyıl Başında Kudüs ve Çevresindeki El-Aksa ve Sahretullah Camilerinin Vakıf Akarları

XVIII. asrın başlarında Aksa Mescidi ve Sahretullah’ın giderlerini karşılamak için kayıtlı toplam otuz kalem akar bulunmaktadır. Bunlara bakıldığında büyük oranda Kudüs ve çevresinde bulunan çarşılar, araziler ve köyler ile gayrimüslim cizyeleri dikkat çekmektedir. Ayrı bir kalemde ve farklı usulle dağıtılmasına rağmen İstanbul Surresinden 29 kuruşluk meblağın vakıf gelirleri arasına girmesi ise oldukça ilginçtir. Çünkü Surre, detayı aşağıda geleceği üzere kaynağının ismi defterde zikredilen vakıflar ile bizzat dönemin padişahı tarafından Sadaka-i Sultani adıyla teşekkül ettirilerek, Kudüs halkına gönderilen paraların dağıtılması ameliyesidir. Bu ameliyenin vakıf defterine girme sebebi kanaatimizce surreden pay alan bir veya daha fazla sayıdaki kişinin hakkını vakfetmesi sonucu olabilir. Her ne kadar ilk bakışta mutad bir uygulama olmasa ve vakıf hukukuna uygun düşmese de bu yüzyılda yukarıda geçtiği üzere vakıfların kahir ekseriyetinin evlatlık olmasından hareketle surrenin vakfedilmiş olduğu fikrini taşıyoruz. Bu yüzyılda Haremi Şerif’in Halep çevresinde tahsis edilen vakıflarının devam ettiği önemli hususlardan biridir. Osmanlı döneminin ilk yıllarında tahsis edilen bu vakıflar XVIII. asrın sonlarında faal olup, yıllık Aksa ve Sahretullah mescitlerine aktardıkları para 4220 kuruştur. Yukarıdaki akarların toplam gelirine bakıldığında rakamın 102.634,5 kuruş olduğu görülecektir. Sadece el-Aksa ve Sahretullah vakıfarının toplam gelirlerinin kabaca bir hesap ile 1000 altını aşması, vakıfların Kudüs’ün ekonomik hayatında nasıl bir işlev gördükleri konusunda bir fikir verdiği kanaatindeyiz.

3-Kudüs Vakıflarının Kudüs’ün Sosyal ve Ekonomik Hayatına Katkısı

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız üzere Osmanlı Devleti Kudüs ve çevresinde vakıf kurumunu üç sistematik üzerine inşa etmiş ve sürdürmüştür.

1. Surre vasıtasıyla İstanbul, Anadolu, Balkanlar’dan aktarılan vakıf gelirlerinin Kudüs’te belirlenen kişilere dağıtılması ve kurumlara aktarımının yapılması,

2. Kudüs’te Osmanlı öncesinde var olan ve gelir kaynakları daha çok Kudüs çevresi ile Suriye’de bulunan Vakıfların devam ettirilmesi gerektiğinde akarlar eklenmesi,

3. İhtiyaca veya şahıslarının arzusuna yönelik olarak kurulan vakıfların faaliyetleri.

Sonuç

Belirtmemiz gereken en mühim husus, bu çalışmamızda, Kudüs vakıflarının sosyal ve ekonomik olarak şehre katkıları ile vakıfların ekonomik büyüklüklerine dair kapsamlı bir çalışmanın çok zaman alacağı gerçeğinden hareketle, sadece belli zaman aralığında büyük iki vakfın iktisadi ve sosyal katkısı ortaya konulmaya çalışıldığıdır. Buradan hareketle en azından kısa bir zaman aralığında Kudüs vakıflarının istihdam durumu, akarları, hayratı, harcamaları, akarlarındaki değişimleri ve ihtisas personeline yaptığı ödemeleri konu alan bir çalışma yapmanın gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Hal böyle olsa da biz bu çalışmada, Osmanlı Devleti özelinde hususiyle ilhak öncesinde kurduğu vakıfları detaylı olarak ortaya koyduk. Devamında ise bu vakıfların XVI. ve XIX. yüzyıllardaki hareketliliğine yer verdik. Osmanlı devletinde vakıfların kendi sistemleri ile yönetildiği XIX. asrın başlarına kadar Kudüs’te bu kurumun hem dini, hem sosyal hem de ekonomik hayattaki rolü zaten tartışılmazken XIX. asır ortalarında da aynı halin devam ettiğinin tespiti son derece önemlidir. Her ne kadar Kudüs ve çevresinde yeni kurulan vakıfların çoğunluğu evlatlık olsa da hususiyle kutsal mekan vakıfları ile, Salahiye ve Hasekiye vakıfları gibi büyük vakıfların gelir kaynakları ve istihdam sayıları olarak eski güçlerini koruduğu görülmektedir. Keza XIX. asırda surre ile gönderilen Anadolu ve Balkanlardaki vakıfların da Kudüs’e önemli sosyal ve ekonomik katkı yaptığı vakidir. Netice olarak Osmanlı’nın ilk döneminden Kudüs’ten çekildiği 1918 tarihine kadar hatta bugüne uzanan süreçte Osmanlı vakıfları Kudüs ve çevresinde hem sosyal, hem ekonomik hayatın merkezinde yer aldığı gibi günümüzdeki işgallere karşı mevzi korumalar ve tarihi eserlerin muhafazasında en önemli maddi, belgesel ve uluslararası katkıyı sağlama durumundadır.

Kaynak
İlim Yayma Vakfı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu